Haberler

Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlali Hakkında Anayasa Mahkemesi Kararı

Anayasa Mahkemesi Genel Kurul’u Rustem ESEN tarafından bireysel başvuru yoluyla önüne gelen konu hakkında; 17/1/2023 tarihli ve Resmi Gazete Tarih ve Sayı: 14/3/2023-32132 numaralı kararıyla 7 yıl 8 aylık yargılama süresinin makul olmadığını gözeterek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine; başvurucunun mahkemenin gerekçesine yönelik şikâyetinin ise bu hususta mahkeme kararında bariz takdir hatası veya açık keyfîlik oluşturan herhangi bir durum olmadığını dikkate alarak hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edilmediğine karar vermiştir.

I. BAŞVURUNUN KONUSU

Başvuru; hukuk davasında delillerin değerlendirilmesi ve hukuk kurallarının yorumlanmasında hata yapılarak adil olmayan bir karar verilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının, davanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURUYA KONU OLAYLAR

Başvurucu, A. Lastik Kaplama San. ve Tic. A.Ş.de (işveren) 18/12/2005-31/12/2005 tarihleri arasında çalıştığı iddiasıyla hizmet tespiti ve işverene ait işyerinde ağaç kestiği sırada üzerine ağaç düşmesi sonucu ağır yaralanmasına ilişkin kazanın iş kazası olduğunun tespiti talebiyle Mersin 2. İş Mahkemesinde (Mahkeme) 14/3/2007 tarihinde dava açmıştır.

Mahkeme 23/2/2012 tarihli ara kararıyla Ankara Nöbetçi İş Mahkemesine talimat yazılarak iş kazasına ilişkin rapor alınmak üzere dosyanın iş güvenliği uzmanına tevdiinin istenmesine karar vermiştir. Sosyal güvenlik bilirkişisi M.O.K. tarafından 2/4/2012 tarihli raporda öncelikle başvurucunun günlük yevmiye ile çalışan ve geçimini sağlayan bir kişi olduğu, olay esnasında işyeri adına kendisini görevlendiren kişinin nezaretinde ağaç kesme işini yaptığı, kaza tarihi olan 18/2/2005'ten önce veya sonra başvurucunun fiilî olarak çalıştığına ilişkin bir bilgi veya belge bulunmadığı tespiti yapılmıştır. Raporda; davalı işverenin ağaç kesimi için gerekli güvenlik önlemlerini almadığı gerekçesiyle %30 oranında, başvurucunun ise dikkatsiz ve tedbirsiz hareket etmesinden dolayı %70 oranında kusurlu olduğu, olayın 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun 11. maddesi gereğince iş kazası olduğu ve başvurucunun 18/2/2005 tarihinde bir gün süreyle sigortalı çalıştığının tespiti gerektiği sonucuna varılmıştır.

Mahkeme 13/6/2012 tarihli kararıyla davanın reddine karar vermiştir. Kararda, SGK müfettişi B.A. tarafından düzenlenen raporda başvurucunun hizmet akdi ile çalışmadığı ve olayın bu sebeple iş kazası sayılmayacağı tespitinde bulunulduğu belirtilmiştir. Mahkeme tarafından taraflar arasında 506 sayılı Kanun'un 2. maddesine göre hizmet akdine dayalı bir çalışma bulunmadığı ifade edilmiştir.

Başvurucu, mahkeme kararına karşı temyiz karar ve temyiz yoluna başvurma harcını ödeyerek temyiz başvurusunda bulunmuştur. Temyiz istemi 13/11/2014 tarihinde Yargıtay reddedilerek mahkeme kararının onanmasına karar verilmiştir.

III. ANAYASA MAHKEMESİNİN DEĞERLENDİRMESİ

Anayasa Mahkemesi yaptığı değerlendirmede;

Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih; sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği tarih, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınacağını belirtmiştir.

Somut olayda başvurucunun 14/3/2007 tarihinde açtığı dava 13/11/2014 tarihinde Yargıtay tarafından onanarak kesinleşmiş, Mahkemece 3/12/2014 tarihinde kesinleşme şerhi düzenlenmiştir. Bununla birlikte gerek 1086 sayılı mülga Kanun gerekse de 6100 sayılı Kanun'da yer alan ve Yargıtayın bozma kararları ile onama kararlarının mahkeme yazı işleri müdürü tarafından taraflara derhâl tebliğ edileceğine ilişkin emredici hükme rağmen nihai kararın yazı işleri müdürü tarafından başvurucuya tebliğ edilmediği anlaşılmıştır. Başvurucu vekili ancak aradan yaklaşık dört yıl geçtikten sonra 17/1/2019 tarihinde talebine istinaden Mahkeme Kaleminde onama ilamını tebellüğ edebilmiştir. Yargıtayın onama kararının taraflara derhâl tebliğ edilmemiş olmasının Kanun'un emredici hükmüne aykırı olduğu özellikle vurgulanmalıdır. Dolayısıyla dava tarihi ile Yargıtay’ın nihai karar olan onama kararının tarihi esas alınmak suretiyle tespit edilen 7 yıl 8 aylık yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna ulaşmıştır.

Ayrıca, bireysel başvuruya konu davadaki olayların kanıtlanması, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması, yargılama sırasında delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile kişisel bir uyuşmazlığa derece mahkemeleri veya temyiz mercileri tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi tutulamaz. Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece ya da açıkça keyfîlik içermedikçe derece mahkemelerinin veya temyiz mercilerinin kararlarındaki maddi ve hukuki hatalar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Bu çerçevede derece mahkemelerinin ve temyiz mercilerinin delilleri takdirinde açıkça keyfîlik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz

Başvurucunun bir gün sigortalı sayılması ve kazanın 506 sayılı Kanun kapsamında iş kazası olarak tespit edilmesi hususlarının Mahkemeye ait bir yetki olduğu vurgulanmalıdır. Mahkeme sigortalılığın veya iş kazasının tespitine esas olan hizmet akdi ilişkisinin olup olmadığını değerlendirmiştir. Gerekçede; başvurucu ile davalının şirket bahçesindeki ağaçları kesmek için motorlu testerenin her deposu için 20 TL'ye anlaşmalarının ilgili kanun kapsamında hizmet akdi sayılamayacağı belirtilmiştir. Sonuç olarak derece mahkemelerinin kanaatinin taraflar arasında bir hizmet ilişkisi bulunmadığı yönünde olduğu görülmüştür. Hukuki nitelendirmenin hâkime ait olduğu gözönünde bulundurulduğunda başvurucunun bireysel başvuru kapsamında Mahkemenin gerekçesine yönelik şikâyetinin Mahkeme tarafından delillerin değerlendirilmesine ve hukuk kurallarının yorumlanmasına ilişkin olduğu anlaşılmıştır.

Başvurucunun, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşler hakkında bilgi sahibi olamadığına, delillerini ve iddialarını sunma, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının derece mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir beyanı olmadığı gibi mahkeme kararında bariz takdir hatası veya açık keyfîlik oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.

Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE, hakkaniyete uygun yargılanma hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE karar vermiştir.

Benzer Haberler